Hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline gelen dijital oyunlarla her türlü platformda buluşmak için adeta can atıyoruz. Sabah uyanır uyanmaz yatakta, oturacak yer bulur bulmaz metroda, trafik tıkandığında direksiyon başında, öğle arasında, akşam dizisinden sonra heyecanla bir ekrandan süzülerek başka bir dünyanın içine giriyoruz. Dijital oyunların mobil oyunlar olarak cep telefonumuza girmesinin ardından artık her anımızda kolayca dijital oyunlara erişebiliyoruz. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun 2020’de yayınladığı Dijital Oyunlar Raporu’na göre Türkiye’de yetişkinlerin ortalama % 79’u mobil oyun oynuyor. Kadınların %81,7'si ve erkeklerin %76,5’i bu sayıyı oluşturuyor. 25-34 yaş grubu oransal ağırlığa sahip olsa da, araştırma sonuçları farklı yaş gruplarının mobil oyun oynama oranlarının birbirine yakın olduğunu ortaya koyuyor.
Gerçek dünyanın sorumluluklarından kaçmak için dijital oyunları bir sığınak olarak görüyoruz. Aynı zamanda gerçek dünyada kaybettiklerimizi dijital oyunlarda bulmaya çalışıyoruz belkide. Sosyal Antropolog Raphaël Koster’a göre oyuncunun oyunla kurduğu ilişki, toplumla ilişkisinin bir metaforu.
Koster oyunun “bireyin toplumla ilişkisine yüklediği anlam”, dolayısıyla bir var olma biçimi olduğunu söylüyor. Ona göre esas önemli olan ne oynadığımız, nasıl oynadığımız değil, oyun alanında neye inandığımız. Oyuna, kendimize ve diğerlerine verdiğimiz anlam, oynarken neler hissettiğimiz, bu hisler içinde geliştirdiğimiz ilişkiler. Bazen performansını gösterme, bazen yalnızlık duygusuyla başa çıkma, kimi zaman kabul görme.
Dijital oyun oynarken kurgusal bir yapı içinde olduğumuzu bildiğimiz halde oyun oynarken gerçek yaşam ve sanal yaşam birbirinin içine giriyor ve önemini yitiriyor. Oynadığımız oyunun başrolü haline geliyoruz. Oyun, etrafımızı saran dünyanın bir versiyonuna dönüşüyor ve dünyayla kurduğumuz ilişki, oyun alanında yeni bir anlam kazanıyor.
Nasıl ki ait olduğumuz bir çevre, bu çevrede beraber yaşadıklarımızla ortak ve bireysel bir kimliğimiz var, aynı şekilde oyun da bir aidiyet ortamı yaratıyor ve diğerleriyle ortak bir kimlik paylaşırken deneyimlerimizle kişisel aidiyet geliştiriyoruz. Oyun ortamına uyum sağlama ve ortamdakilerle bütünleşme arzusu duyuyoruz. Tıpkı gerçek dünyada olduğu gibi… İkisi arasındaki fark ise şu: Oyunun kuralları, tamamen oyuncunun bilgisi dışında belirlenmiş bir kurallar sistemi. Ve gerçek dünyadakinin aksine, eğlenceli ve arzulanır.